Adalet Yayınevi, Ankara, 2020
Hristiyanlık din olarak gelmiş ve ilk ortaya çıktığı andan itibaren iktidar ile mücadele
içerisinde olmuştur. İnsanların yeni dine inanması iktidar güçleri tarafından hoş
karşılanmamıştır. Hristiyanlığın peygamberi Hz. İsa, hakkı savunduğu için
katledilmiştir. Diğer inanlara baskı ve zulüm başlamıştır. Yeni dine inanan bir avuç
insan yeryüzüne dağılmış yeni dini yaymaya başlamışlardır. Yeni dinin
kurumsallaşması ve kilisesinin kurulmasıyla, Hristiyanlar kendilerini daha güçlü ifade
edebilme imkânı bulmuşlar ve güçlenmişlerdir. Hristiyanlık, devlet dini olmayı
başarmış ve büyük Roma Katolik kilisesi ortaya çıkmıştır.
Hristiyanlığın devlet dini olması ve güçlenmesi, dini bir anda toplumda her şeyin
merkezine oturtmuştur. Din ve devlet arasındaki mücadele boyut değiştirerek, Kilise
ve devlet gibi iki kurumsal yapı arasında yaşanmaya başlamıştır. İnananlar ya da
inanmayanlar her iki taraftan baskı görmeye başlamışlardır. İktidar ve Kilisenin bir
olduğu, iç içe geçtiği Ortaçağ boyunca, gücünü iktidardan alan Katolik kilisesi,
insanları inanmaya zorlama konusunda her yolu denemiş, kilise baskı ve zulmün
merkezi olmuştur.
Fransız ihtilali sonrası Avrupa’da başlayan anayasacılık hareketleri, başta din ve
vicdan özgürlüğü olmak üzere, temel haklar ve özgürlükler tartışılmasına sebep olmuş
ve bu hareketler 19.yüzyıla damgasını vurmuştur. Her ülke, hem Reform dönemini ve
sonrasında yaşanan dönemi farklı tecrübelerle yaşamıştır. Geçmişte Kutsal Roma-
Germen İmparatorluğunun temel taşını oluşturan Almanya’da bu dönemde kendi
siyasi tecrübesini edinmiştir. Anayasacılık hareketlerinde bu tecrübenin etkisi büyük
ölçüde hissedilen Almanya’da din ve vicdan özgürlüğü alanında kendi modelini
oluşturmuştur.
Bu çalışmada, din ve vicdan özgürlüğü alanında, Avrupa’nın kendi tarihi
tecrübeleriyle Müslümanlar üzerindeki etkisi incelenmeye çalışılacaktır.
The struggle between Christianity and political authority started as early as it was
revealed. The new religion was not welcomed by the rules of the time. Jesus Christ
was condemned to death because he defended the truth. The oppression and
persecution of other believers followed. The new religion was spread by a handful of
believers. When Christianity was embraced by the Roman Empire, it was
institutionalized with the establishment of the Roman Catholic Church, turning
Christianity into a state religion.
After Christianity had become a state religion, a social structure centered on the
religion was created. In the new order, the nature of the struggle between the religion
and the state transformed. In the past, that struggle was between the state and the
believers. In the new order, it was between the two institutions, the Church and the
state. Believers or non-believers were oppressed from both sides. In the Middle Ages
the state and the Church became one and intertwined. The Catholic Church, as the seat
of temporal as well as spiritual power, tried every way to force people to believe,
making the Church the center of oppression and persecution.
The constitutionalism movement, which started in Europe after the French Revolution,
led to a debate as to fundamental rights and freedoms, especially freedom of religion
and conscience. Each country in Europe has its own experience of the Reformation
and constitutionalism. Germany, which was the backbone of the Holy Roman Empire,
had its own political experience as well. That experience, which was affected by
constitutionalism to a great extent, has shaped German approach towards freedoms of
religion and conscience, leading to a model specific to Germany.
In this study, both Europe’s historical experiences regarding freedoms of religion and
conscience and their impacts on European Muslims will be examined.