Gazi Yayın Dağıtım, Ankara, 2025
Yaşlı bireylere yönelik zorbalık ve ayrımcılık, yalnızca
bireysel hakların ihlali değil, aynı zamanda toplumsal eşitsizliklerin ve
dışlanmanın bir göstergesi olarak, gerek toplumsal farkındalık düzeyinde
gerekse akademik çalışmalarda giderek daha fazla dikkat çeken çok yönlü bir
sorun hâline gelmektedir.Bugün, uzun süredir zihnimde hem teorik hem de
pratikte yaşadığım ve olgunlaştırdığım
bu çalışmayı alan araştırmacıları ile paylaşmayı
bir sorumluluk olarak görüyorum. Bu çalışmamda, yaşlı bireylerin karşı karşıya
kaldığı sorunları görünür kılmayı, bu sorunlara dair toplumsal farkındalığı
artırmayı ve çözüm odaklı bir perspektif geliştirmeyi amaçlamaktayım.
Bu çalışmada, Dünya genelinde ve Türkiye’de yaşlılara yönelik
zorbalık başlığı altında yer alan konular, karşılaştırmalı olarak ele
alınmıştır.Yaşlılık, yalnızca biyolojik bir sürecin değil; aynı zamanda bireyin
toplumsal rolünün, aile içindeki konumunun ve yaşam kalitesinin yeniden
şekillendiği çok boyutlu bir evrenin adıdır. Ancak günümüzde yaşlılık çoğu
zaman üretkenlikten uzaklaşmayla özdeşleştirilmekte ve yaşlı bireyler,
toplumsal hayattan dışlanmaktadır. Bu dışlanma; Aile içi yalnızlıktan, kurumsal
ihmale, dijital mecralardaki küçümseyici ifadelere ve çalışma hayatındaki yaş
ayrımcılığına kadar farklı biçimlerde kendini göstermektedir. Nihayetinde yaşlılık
zorbalığı hem bireylerin sağlığını hem de toplumun dayanışma ruhunu tehdit eden
ciddi bir sosyal mesele hâline gelmiştir.
Modern çağın hızla bireyselleştirdiği yaşam biçimi,
geleneksel aile yapısında kuşaklar arası bağı zayıflatmış; Yaşlı insanları,
çocukları karşısında yalnız ve dışlanmış bireyler hâline getirmiştir. Oysa
yaşlılar, yalnızca geçmişin tanıkları değil; Aynı zamanda kültürel
birikimimizin ve toplumsal hafızamızın taşıyıcılarıdır. Onlara değer vermek,
sadece geçmişe bir vefa değil, aynı zamanda geleceğe bir yatırım niteliği
taşımaktadır. Bugün yaşlılara gösterilen ilgisizlik, yarının yaşlıları için
örülen yalnızlık duvarları anlamına gelir.Yaşlılık zorbalığını bireysel
hikâyelerle sınırlı kalmadan; Sosyal politikalar, kurumsal yapılar, dijital
dönüşüm, medya temsilleri ve hukuki düzenlemeler çerçevesinde çok boyutlu bir
yaklaşımla incelemektir. Amacım yalnızca bir sorunu tanımlamak değil; Bu
kronikleşmeye başlayan soruna yönelik çözüm üretmeye katkı sunmak, yaşlı dostu,
sahiplenici sosyal bir yapının inşasına dair düşünsel zemin hazırlamaktır.
Annelerimizin, babalarımızın ve tüm yaşını almış
büyüklerimizin sevgisine, ilgisine ve yaşam bilgeliğine en çok ihtiyaç
duyduğumuz bu çağda, onları yok saymak büyük bir toplumsal kayıptır. Bu eser,
bireysel ve toplumsal vicdanımıza yapılmış bir çağrı olarak kabül edilebilir:Unutmamalıyız
ki, her gün biraz daha yaşlanıyoruz; bugün görmezden geldiklerimiz, yarın bizim
gerçeğimiz olabilir. Bu yüzden yaşlılıkla gelen yalnızlığı ve zorbalığı görünür
kılmak, bu sessiz çığlıkları duyulur hâle getirmek artık ertelenemez bir
sorumluluktur.